SİYONİZMİN SON KALESİ İSRAİLİN YIKILIŞI
Aslında tarihi bilgiler vermek gibi bir niyetimiz yok ancak kronolojik olarak 19. Yüzyılın başlangıcından günümüze kadar süregelen akışı incelediğimiz zaman konunun daha iyi anlaşılması sağlanacak inancındayız.
Belki, konu anlaşılmadı mı? Diye soranlar olabilir. Maalesef anlaşılmadı ki bugün Gazze topraklarında binlerce çocuğun kanı dökülüyor, vahşi bir katliam devam ediyor. 1880 li yılların başından itibaren Avrupa devletleri, her türlü baskı aracını kullanarak Osmanlı’dan toprak koparmaya ve kopardıkları toprakların kutsal kitaplarında vaad edilen ve Yehudanın evlatlarına verilen topraklar olarak addedilen Filistin topraklarında bir Yahudi yerleşim yerinin kurulması için baskı kurmaya başladılar.
Ardından Theodor Herzl, emellerini gerçekleştirmek ve dünyaya bir Yahudi devleti armağan etmek için yazdığı “Yahudi Devleti” isimli kitabı ile propagandist bir yol izleyerek, tüm dünyanın ezilmiş, horlanmış ve gittikleri her yerden kovulmuş olan Yahudilerin haklarını savunduğunu iddia ederek ortaya çıkıvermişti. Dönemin sultanı ikinci Abdülhamid han üstün öngörü ve sezgi kaabiliyeti ile Herzl’in Filistin toprakları üzerinde küçükte olsa bir Yahudi devleti kurmayı planladığını fehmederek gerekli tüm tedbirleri almış, huzuruna gelen Yahudi millet temsilcilerini öfke ve şiddetle kınayarak kovmuş “Ben sağ olduğum müddetçe ümmeti Muhammede ait olan topraklardan bir karış bile alamazsınız” diyerek emellerini kursaklarına dizmiştir.
Elbette süreç böyle devam ederken Yahudiler de boş durmuyorlardı. Abdülhamid hanın Yahudileri huzurundan kovmasından bir yıl sonra İsviçrenin Basel şehrinde birinci Siyonizm kongresi toplandı ve Yahudilere ait ilk büyük ve etkili örgüt, Yahudi Siyonist örgütü kuruldu. Sonra da önü alınamaz bir gelişme ile yüz yıllık süreçte günümüze gelen ve dünyanın gözünü kulağını kapadığı duymak ve görmek istemediği soykırım, şiddet, vahşet, kan ve ölüm seramonisi başladı.
Gelelim 7 Ekim Cumartesi günü Hamasın saldırısına.
Neden 7 Ekim ve neden Cumartesi. 7 ekim tarihinin seçilmesindeki sebep çok da göz önünde olan bir sebep değil. Ancak ağlama duvarında toplanan Yahudilerin o gün için özel programları var ve Cumartesi onların hamursuz günü. Savunmasız oldukları günlerden biri olarak telakki edilmiş ve bu günde saldırı planlanmıştı.
7 Ekim günü, Filistinde kurulan ve yaklaşık olarak kırk yıllık bir geçmişe sahip olan İzzettin El Kassam tugaylarına mensup komandolar çok profesyonelce hazırlanmış ve gerçekten her dakikası ayrı organize edilmiş bir operasyonla israile vurulabilecek en büyük darbeyi vurup kayıpsız olarak geri dönmüşlerdi.
Peki bu hareketin diğer hareketlerden ayrılan özelliği neydi de bu kadar gündem oldu? Hemen onları madde madde sıralayalım.
Aksa tufanından sonra neredeyse on iki saat kadar kendine gelemeyen İsrail devleti kabinesini ancak uzun bir zamandan sonra toparlayabildi ve karşılık verme kararı aldılar. Bu sırada yine sınırdan sızan ve çok profesyonelce hereket eden İzzettin el Kassam komandoları karakollar basıp yüzlerce yahudiyi ya esir aldılar, ya da topların önünde ayakta tutuyorlar.
Bu arada özellikle Türkiye başta olmak üzere tüm sahada bir algı operasyonu dönüyor. Şöyleki;
Kassam tugaylarına mensup mücahidlerin yaşamak ya da hayatta kalmak gibi bir dertleri yok. Ölüme aşık yaşıyorlar. Herkes tarafından iyi bilinir ki kaybedecek bir şeyi olmayan ve ölüme aşık yaşayan insanlar en tehlikeli silahlardır. Hele birde bunların bir inançları ve inandakları Allah azze ve celleye olan güvenleri varsa etki gücü daha da artan adeta birer nükleer silah gibi tesirlidirler.
Bu baskın hareketeni İzzettin el Kassam tugayları yaptı. İki yıl süren ve çok gizli tutulan bir hazırlıktan sonra yapılan bu baskın İsrailin nevrini döndürdü, yapısını değiştirdi, dünyadaki tüm algıları, peşin hükümleri ve İsrail hakkındaki düşünceleri alt üst etti. Burada çok ince bir siyaset ver. Baskın anına kadar hiçbir şeyden haberi olmayan Siyonist Yahudi, dünya basınını da yanına alarak her şeyden haberli olduklarını, bunun aslında bir danışıklı dövüş olduğunu, kadın ve çocuklara dokunulmayacağını söylemeye ya da yandaşlarına söyletmeye başladılar.
Biz buna her zaman karşı çıktı. Çünkü bu da israilin psikolojik bir oyunu olarak karşımızda duruyor. Bu İsrail ve yandaşlarının bir algı operasyonudur. Çünkü harbin her türlüsünü kullanan düşman psikolojik harpte üstünlük sağlayabilmek için her türlü medya aracını da kullanmaktan geri kalmıyor.
Tabi bu arada kendilerinden başka insanın olmadığını savunan ve kendileri dışındaki insanları, people yani insan sınıfına sokmadıkları için İsrailin ya da kendileri gibi başka bir devletin bu görüşünü destekliyor onu besleyen söylemlerle duruşlarını belli ediyorlar.
Bu işgalin biraz daha gerisine gidelim isterseniz. Siyonist israilin niyetini daha iyi anlamak için 6 gün savaşları diye bilinen ve insanlık tarihine kanlı bir katliamın sahifesi olarak kaydedilen savaşta, israilin gerçek niyeti ortaya çıkmış ve dünya tarafından görülmüştü. Bugünkü işgalin temelinde de aynı zihniyet ve duruş mevcuttur. Ancak bir farkla. 7 Ekim Cumartesi günü yapılan ve Hamas çatısı altında Kassam tugayları tarafından gerçekleştirilen, israili dumura uğratan baskın bugüne kadar inşa edilmeye çalışılan tüm algıları yerler bir etti. Yeni bir bağımsızlık ve özgürlük savaşı başladı, çok büyük bir adım atılmış oldu.
Tüm askeri uzmanların birleştiği bir nokta var. İzzettin el Kassam tugaylarının yaptığı bu saldırı doğru planlanmış, zamanlaması mükemmel organize edilmiş ve sahada uygulaması hatasız bir şekilde gerçekleştirilmiş tam bir askeri operasyondur.
Yine uzmanların birleştiği bir diğer nokta ise bu saldırı ile israilin yenilmezlik imajının yerle bir olması ve tüm dünyanın önünde düştüğü aciz, çaresiz ve basit duruma düşmeleridir.
Kabuğunu sürekli besleyen ama içi kof ve çürümüş bir sistemin ürünü olan İsrail, bu saldırı ile hem kendi devlet hayatındaki gerçeklerle, hemde gelecekte başına düşecek olan islam yumruğunun ağırlığı ile yüzleşti. Öyleki şaşkınlığını atamayan netenyahu kehanetlere sığınmaya ve dünyadan yardım istemeye başladı.
İsrail askerleri, komutanları ve sahaya gönderilmesi gereken askeri personel adeta kollarından sürüklenerek, itilerek ve cebir uygulanarak cepheye gönderiliyor. Çünkü Yahudi milletinin dünyanın en korkak ve çaresiz milleti olduğunu bir kere bu savaşta gördük.
Günün sonunda askeri güç olarak karşılarında duran Kassam tugaylarına dokunamadıkları gibi yedikleri darbelerin ve kaybettikleri askeri personel, teçhizat, silah ve mühimmatın acısını çıkarmak için sivil yerleşim bölgelerine yağdırdıkları bombalardan bu pisikolojik yıkımın ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz.
Bakınız Türkolog Yazar Davut Bayraklı hoca bu konudaki tespitinde nelere dikkat çekiyor.
“Son olarak İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) Hamas ile karşılaştırdığımızda iki taraf arasındaki koordinasyon farkı bariz şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü saldırılar başladıktan sonra İsrail hükümeti öğlen saatlerine kadar çatışmalara karşılık veremedi. Adeta şaşkınlık içindeydiler. Bunun bir nedeni de askerlerin yaşadığı korku ve panik olabilir. Güvenlik güçleri noktasında öğleden sonra yedek askerler toplanmaya çalışıldı ve karşılık verilmeye başlandı. Bu arada Ameraki, israile her türlü desteği sağlayacağını hemen açıkladı. …
İsrail Gazze şeridindeki mahallelerde operasyon yapacağını söylüyor. Havadan ve denizden bombalamak elbette İsrail açısından kolay. Ancak şehrin içine girerek mahalle mahalle savaşmak çok farklı ve risk düzeyi çok daha yüksek eylemlerdir. Özellikle fılıstin gibi direniş ruhlu, sınırlı imkanlarla yetişerek zorluk görmüş ve cihat için organize olabilen bir topluluğu karşı ne derece başarılı olacağı tartışılır.”(Mostar Dergisi,Yıl 19, Sayı225)
Bu arada yine algı operosyanlarına soyunan ve sığınan İsrail bu savaşın kendi kontrollerinde olduğunu göstermek için Haması ve geçmişindeki operasyonları, verdikleri karşılıkları gündeme getirerek kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.
Hamasın içinde bölünmelerin olduğu, farklı gurupların kendi başlarına hareket ettikleri, yeni örgütlerin kurulduğu ve bu örgütlerinde yokedileceğine dair söylemler her geçen gün artarak devam ediyor.
Sonuç olarak bu bir savaş. İsrail karşılarında ilk defa direnen ve kayıp verdiren, dengeleri alt üst eden bir ordu ile savaşıyor. Bugüne kadar orantısız güç ve şiddet kullanan İsrail, 7 ekimle birlikte aynı şekilde karşılık almaya, kayıplar vermeye başladı. Bunun korkusu ise tüm israili sarmış durumda. Yahudi yerleşimciler bulundukları yerlerden kaçmaya ve ülkeyi terketmeye başladılar.
7 ekim başarısının en önemli sebeplerinden biri de israilin dünyadaki Yahudileri kendi vatanları olan israile dönmeye çağırması idi. Bu çağrı artık havada kalmış ve inkıraza uğramış durumda. Çünkü dünyanın en güvenli ülkesi olarak tanıtılan, lanse edilen, anlatılan İsrail şehirlerinin tepesine ne zaman bir bombanın düşeceğini kimse bilmiyor ve tahmin edemiyor.
Bu saldırı İsrail devletinin güvenilirliğini temelinden sarstı. İçlerinde bulunan bir çok Yahudinin de israilin yaptığı katliama yüksek sesle karşı çıktığını biliyoruz.
Böylece İsrail devletinin sonunun da yaklaştığını görüyoruz.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu beyefendinin çok güzel bir tespiti vardır. Onunla yazımı bitirmek istiyorum. “Biz seferle emrolunduk. Seferi gerçekleştireceğiz. Zaferi nasib edecek olan Allahtır. Çünkü zafer Allahındır.”
vesselam