×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Yusuf DURU

ALEM OLAN ADEMİN EDEP ANLAYIŞI 3. KISIM

Üçüncü bölüme haşiye: İlmile amil olmayanlaradır söz. Yazıklar olsun onlara denir hitap edilirken. Çünkü kendilerine bahşedilmiş ilim, meyveli ağacın dallarını eğmesi gibi onları tevazuda doruğa çıkarması gerekirken, kibir ve ucub dağlarının doruklarına çıkarır ya işte o zaman onlar yürüdükçe zulmetten arz sarsılır.   

 

 

Müslüman Alimin Edebi : İlmiyle amil olan, ilimlerini amellerine, hayatlarına yansıtan ilim adamları, dalları meyveyle dolmuş ve aşağıya doğru sarkmış olan bereketli bir ağaca benzetilir sevgili dostlar. Onlarda tevazu ve edeple başlarını yere eğerler. Kendilerine yapılan övgülere mahcubiyet içinde, asıl ilim sahibinin Cenabı Allah azze ve celle olduğunu beyan ederler.

Peki ya ilmiyle amil olmayan sözde ilim adamları nasıl olur? diye soracak olursanız minicik bir kıssayla o konuyu da açıklayalım.

Vakti zamanında çok zeki ve akıllı bir çocuk medreseye yazılır ve ilim öğrenmeye başlar. Öyle bir aşkla ve şevkle çalışmaktadır ki kısa sürede irfan basamaklarını yükselir ve genç yaşında bir çok ilimde söz sahibi bir öğrenci haline gelir.

Medreseye başladığı günden bu yana bir hocası vardır ki her seferinde kendisinin ne kadar büyük bir ilme sahip olduğunu ima eder, konuşur ve söyler. Her mecliste kendisine itibar edilmesini ister, alim olduğu için el üstünde tutulmak için gereksiz bir çabaya, yersiz bir heyecana kapılır. Hatta kendisine ihtiram etmeyenlere, saygı göstermeyenlere karşı galiz sözler hakaretler eder.

Bizim genç talebemiz de medresede zaman zaman kendi dersine giren hocasının bu halini görmekte, ziyadesi ile de üzülmektedir. Her sohbet meclisinde kendisini ön plana çıkarmasından, övünmesinden ve boş şeyler söylemesinden hiç memnun değildir.

Bir gün yine bir derste beraberlerken arkadaşlarının huzurunda hocasına şöyle bir soru sorar.

“Hocam şayet mümkün olsaydı ve cenabı Allahın ilmiyle tüm kullarının ilmini mukayese edebilseydik acaba Allahın ilmine mukabil kullarının ilmi hangi mesabededir?”

Hoca bir müddet düşünür ve eline büyük beyaz bir kağıt alır, şöyle cevap verir.

“Evladım, la teşpih ve la temsil. Diyelim ki bu beyaz kağıd yekün olarak Rabbimizin ilmidir.” Sonra da kağıdın ortasına kurşun kalemle minicik bir nokta bırakır “İşte Hazreti Adem Aleyhisselamdan, kıyametin son anındaki son insana kadar mevcut tüm insanlığın bilgisi de bu nokta kadardır.”

Talebe hemen cevabı yetiştirir

“Peki hocam o nokta kadar olan tüm insanlığının ilminin içinden, siz kendi ilminizi ayırır mısınız? Siz neredesiniz?”

Tabi hocası anlar anlayacağını. Mahcubiyet içinde öğrencisinin verdiği dersin ne demek istediğini bir iyice hazmeder. Kibrinin ve gururunun esiri olduğunu, öğrencisinin bunu hatırlatmak için bu misali verdiğini anlayıverir ve pişman olur.

Sevgili dostlar işte insanoğlu anne karnından mezarına girinceye kadar ilimle meşgul olsa, Cenabı Hakkın ilminin sadece bir miskalini bile öğrenemez, bu ilimle mukayese bile edilemez.

İşte burada alimin edebi devreye girmektedir. Alim o kişidir ki ilmiyle mağrur olmayan, kibrine kapılmayan ve nefsinin kendisine fısıldadığı vesveselere kanmayan dimdik ayakta duran, tevazu sahibi, kibirden ve ucubdan uzak, ben bilirimi bir kenara bırakarak, bilgisi hangi mesabede olursa olsun hiçbir şey bilmediğini idrak ederek hayatını sürdüren kişidir.

Her konuda yazmak, her konuda konuşmak, her konuda ahkam kesmek ancak cehaletin eseridir. İlmiyle amil ilim adamları bilmediğini “ben bilmiyorum ama öğrenebilirim” diyebilecek kadar alicenap ve tevazu sahipleri olduklarını daha ilk konuşmada, ilk görüşmede ortaya koyabilecek kadar erdem sahibidirler.

Her şeyi çok bildiğini söyleyenler aslında hiçbir şey bilmediklerini de aynı zamanda itiraf etmektedirler. İşte edepli alimler, edeplerinin gereği olarak meyveli ağaç dalları gibi başlarını önlerine eğerek bilmediklerini öğrenmeye çalışmaktan başka bir şey sergilemezler.

Bu yüzden peygamberimiz efendimiz aleyhisselam “ilim Müslümanın yitik malıdır, nerede görse alır” diyerek ilmin önemini dile getirmiştir.

Tüm Osmanlı Sultanlarının yanlarında bir köleleri vardır. Zaman zaman “Mağrurlanma hükümdarım, senden büyük Allah var, edeb ya Huu” diye nida ederlermiş.

Hazreti Ömer radiyallahü anh’ın bir kölesi varmış ve bu köle günün muayyen zamanlarında gelir ve Hazreti Ömer hangi işle meşgul olursa olsun ona seslenir, “Ey Ömer unutma, ölüm var. Üzerinde yürüdüğün toprağın seni içine alacağı zamanı bilmiyorsun. Kibirlenme, edepten ayrılma, mağrur olma. Allah tüm bunların hesabını sorar” diye hatırlatmalarda bulunurdu.

21. asrın ilk yarısında, ilmin büyük bir hızla ilerlediğini düşünecek ve inceleyecek olursak ne ömrümüzün, ne de ömrümüze katılan ömürlerin tüm bu ilimleri öğrenmeye yetemeyecek kadar az olduğunu görüveririz.

İnsanın edebini hatırlaması, ilim adamı ya da normal insan olarak şunu düşünmesi ile çok basit ve doğru bir hareket olur. “Bir damla nutfeden yaratılmış, halkedilmiş olmana rağmen neden bu kadar mağrursun? Üzerinde adımladığın toprak her an seni içine alıp yutabilecek kadar güçlü. Peki sen neden bu kadar pervasızsın.

Dedik ya Edep imanın en önemli rüknüdür. İmandandır yani. İşte imanı olan ilim adamının edebi de, bu imanından kaynaklanır. Öyleyse imanlı ve edepli olan ilim adamları başımızın tacıdır. Ama ben her şeyi bilirim diyerek her sahada ahkam kesmeye çalışanların ise vay hallerine.

Hangi okuldan mezun olursa olsun, hangi medresede ilim tahsilini ikmal edip icazetini alırsa alsın, ne kadar alim, molla, allame, üstad-ı azam olduğunu iddia ederse etsin, bir insanda kibir varsa tüm bu birikimleri, bilgisi, ilmi rüzgarın önündeki yaprak misali savrulur gider.

Maalesef günümüzde televizyonlarda yayınlanan bazı programlarda isimlerinin önünde kocaman ifadelerle titrleri yazılı olan ve kendilerini ilim adamı sıfatı takılan insanların konuştukları zaman ne kadar küçüldüklerini görüveriyoruz. Tabi insan üzülüyor. Çünkü çok değil yüz sene önce her sokağında gerçekten tevazu sahibi ve ilmiyle amil alimlerin yaşadığı bu ülkede şimdiki manzaraya baktığımızda elbette kalbimiz burkuluyor.

Kavram kargaşası ile insanların kafalarını karıştırmaya çalışanların son hüsrandır unutulmasın. Hangi din olursa olsun, kaidelerini, emirlerini tahrif ederek kendi dünya görüşlerine uydurmaya çalışanları gördükçe de insanın içi acıyor.

Biz hamdü senalar olsun ki Müslümanız. Ve biz Müslümanlar, Ehl-i sünnet vel cemaat akaidinin mensupları, Allahın (azze ve celle) bahşettiği en ekmel din olan islamın bendesi, Müslümanlığın alameti farikalarını taşıyan insanlar olarak İslam dininin insan hayatını olgunlaştırmak, düzeltmek, tanzim etmek için olmazsa olmaz bir sistem olduğunu biliyoruz. Ama ya kasıtlı olarak ya da cahilce bildiğini iddia edenlerin kendilerini ortaya atıp saçma sapan kaideleri, saçma sapan ifadelerle insanlara serdetmelerine de karşıyız elbette.

Buradan gerçek alimlere sesleniyorum;

Sizlere çok büyük vazife ve sorumluluk düşüyor. Doğru bilgiyi, doğru ve güvenilir kaynaklardan, doğru ifadelerle insanlara anlatmak mecburiyetindesiniz. Aksi halde Rabbimiz ahirette size hem ilminizin, hem amelinizin hem de yapmış iseniz bu ihmalinizin hesabını mutlaka en ağır şekilde sorar. Çünkü o “miskal kadar iyilik yaparsak karşılığını, miskal kadar kötülük yaparsak yine karşılığını göreceğimizi haber veriyor”

Son söz : Bilen, bilgisinin farkında olan insan, kendi bilgisinin hudutlarını da bilir. Neyi ne kadar bildiğinin farkında olan insan her konuda bilgi sahibi olamayacağını, dolayısıyla konuşamayacağını da bilir. Bilgisi dahilinde, yerinde ve zamanında açıklamalar yapar konuşur. Aksi halde edepsizlik yapmaya devam edecektir.

Yukarıda da söylediğimiz gibi günümüzde televizyon kanallarına çıkan isimlerinin önünde çeşitli titrler gördüğümüz kişiler var. Bunlar bilgilerinin dahilinde konuşmakta olduklarını iddia etmektedirler. Oysa konuşurken takındıkları tavırlar, kullandıkları cümleler, bir fikrin beyanında karşı tarafta kendisine muhalefet eden şahıslara karşı takındıkları üslup tamamen edepsizlik, dolayısıyla da iman zayıflığı ile alakalı bir durumdur.

İnsan neyi ne kadar bildiğini bilir, bunun farkına varırsa işte o zaman bütün mesele kendiliğinden çözülür.

Bizim Yunusumuz bu konuyu kısacık cümlerle anlatıyor ama mana itibariyle ciltlerle kitap dolduracak kadar geniş bir ifade.

 

Ehli hüner arasında aradım kıldım talep

Her hüner makbul imiş illa edep illa edep.

Yusuf  DURU

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024