×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Yusuf DURU

ALEM OLAN ADEMİN EDEP ANLAYIŞI 8. KISIM

Tövbe Etmenin Ve Pişmanlığın Edebi

Sevgili okurlar, insanın hatadan beri olmadığını, her an hataya düşebileceği ve günah işleyebileceğini herkes bilir. Hatta bazı müsteşrikler ve Allah azze ve cellenin varlığı ile ilgili, özellikle gençlerin zihinlerini bulandırıp inançsızlık batağına düşürmek isteyen canilerin savunduğu bir de fikirleri vardır bu konuda. Onlar derler ki “Madem Allah Teala kullarının günah işleyeceklerini ve hataya düşeceklerini biliyor ne diye onlara müsaade ediyor, izin veriyor. Sonra da cehennemine koyuyor. Madem merhametli bir ilah o vakit kullarını hata ve günahlarından dolayı cehenneme atıp yakmakla mı korkutuyor.”

Tabi bunu söyleyen kişinin cehaleti aşikar bir biçimde ortadadır. Kısaca bu soruya şöyle cevap verilir. Rabbin bir şeyi bilmesi onun ezeli ilim kudretinin bir tecellisidir. Ancak kulun geleceği bilmemesi ve hayatı ile ilgili bazı konulara müdahele edememesi ise kaderle alakalıdır. Yaratılmış her kula iki önemli kapı ikram edilmiştir. Birinci kapı kendi ihtiyarı, kendi cüzi iradesi ile yerine getirdiği ameller, hareketler, yaşam şeklidir. Buna da örnek verelim, uyumak, yemek yemek, tırnaklarını kesmek, araba kullanmak, evlenmek, çocuk sahibi olmak ve benzeri tüm bu işler kulun kendi iradesi ile yerine getirdiği fiillerdir. Ama saçının uzaması, boyunun uzaması, saçlarının ağarması, kalbinin çalışması, midesinin ve böbreklerinin çalışması, bunlar gibi diğer organlarının da bir düzen içinde çalışması ise kendi iradesi dışında gerçekleşen hadiselerdir.

İki öğrenci düşünelim. Aynı öğretmen iki öğrenciyi aynı okulda okutuyor ve derslerine giriyor. Sene bitiyor ve öğrencilerden birisi çalıştığı, dersleri takip ettiği ve günü gününe tekrar ettiği için başarılı olup okulu ve sınıfı birincilikle sonlandırıp yeni seneye kayıt yaptırma hakkı kazanıyor. Diğer öğrenci daha az çalışıyor ve zar zor bir şekilde yeni seneye kayıt hakkı kazanıyor. Öğretmen çalışkan öğrencisine sen bu okulu başarı ile bitirir ve şu üniversiteye inşallah girersin derken, diğer öğrenciye sen böyle giderse ve çalışmamaya devam edersen maalesef bir yere giremezsin derse bu onun geleceği bilmesi değil, öğretmenlik ilmiyle sadece bir konu hakkındaki yorumu olarak algılanır. Burada kaderi tayin ve müdahale söz konusu değildir.

Kul da işlediği günahları pervasızca işleyerek nasıl olsa Allah benim günah işleyeceğimi biliyordu, madem biliyordu niye müdahale etmedi edepsizliğini gösterirse bu büyük bir ahmaklık ve cahillik olur.

Demek ki, fâil olmak için fiili bilmek yetmiyor. Onu irade etmek, bizzat teşebbüs etmek ve işlemek gerekiyor. İşte Allah, insanın bütün amellerini, bütün fiillerini bilir. Ama, iradesini ve kuvvetini sarf ederek o işi yapan insandır ve her türlü sorumluluk da ona aittir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi; kul, kendi cüzi iradesini, -hayır olsun, şer olsun- hangi işe sarf ederse, Cenâb-ı Hak onu yaratır. İstemek kuldan, yaratmak Allah'tandır. Fakat, bütün fiilleri Allah'ın yaratması, insanı sorumluluktan kurtarmaz... İnsana kuvvet ihsan eden, her türlü imkânı bağışlayan Allah'tır. Kul bu imkânı, bu kuvveti onun rızasına aykırı olarak kullanırsa elbette sorumlu olur, suçlu olur.

Bir emniyet mensubu, yetkisini ve silâhını kötüye kullanarak birisini haksız yere vursa, devlete mi katil denilecektir, yoksa o görevliye mi? Şüphesiz, katil o görevlidir!.. Şimdi bu görevli, “Ben o suçu devletin imkânlarıyla işledim. Ne kendi silâhımı kullandım ne de kendi mermimi.” şeklinde bir özür beyan edebilir mi? Girişteki bu soruyu böylece açıkladıktan sonra hemen tövbe etmenin ve pişmanlığın edebini anlatmaya başlayalım.

Tövbe kulun nefsine uygulayacağı en güzel ve önemli edeplerden biridir. Çünkü İslamiyet son derece temiz ve kötülüğün her çeşidine karşı tavır almış, net kurallarla tüm kötüleri ve kötülükleri reddetmiş bir dindir.

Öyleyse Müslüman gizli, açık, küçük ya da büyük bütün günahlardan uzak durmaya çalışmalı, bunları terk etmelidir. İşlemiş olduğu günahları terk eden kul, Allah azze ve celleye yönelmeli ve ona bütün samimiyeti, kalbi duyguları ve pişmanlığı ile yakarıp tövbe ederek temizlenmelidir.

Tövbenin gerçekleşmesi ve kabulüne ilişkin şartları yerine getirebilmek için öncelikle neyin günah olduğunu bilmek gerek. O halde kişi günaha girerken ya da günah işlerken şu üç önemli hususu göz önünde bulundurmalı, bunları bilerek işleyeceği günahın kendisine nasıl büyük bir sorumluluk yükleyeceğinin da farkına varmalıdır. Bu da tövbenin edeplerinden biridir.

  1. Günaha giren kişi ve bu günahında ısrarla sabit olan, devam eden kişi Allah’ın Celle ve Azze) himayesinden uzak kalacaktır. Allahın himayesinden ve koruma sından uzak kalan insanın kalbi kararacak ve küçük ya da büyük günahları işlerken herhangi bir rahatsızlık duymayacağı için, bu günahlar kendisine normal gelmeye başlayacak, böylece hem tövbeden, hem kendisini sürekli kontrol eden Rabbinden uzaklaşacak, başıboş kalacaktır.
  2. Günah işleyen kişinin vicdanının sesini duymaya çalışması gerçekten çok önemlidir. İşlediği günahla şayet içinde, vicdanında büyük ya da küçük bir rahatsızlık duymuyorsa bu o kişinin günahı kanıksadığı ve artık işlediği o günahın kendisini rahatsız etmediğini görür. Bu da günahı işlerken sorumluluk duygusundan uzaklaştığı için kendisine hayat hakkı tanıyan ve günah işlediği takdirde nazarını, korumasını üzerinden kaldıracağını beyan ettiği Rabbine karşı aşikar bir isyan ve başkaldırı halinin bünyesine yerleşeceğini bilmesi gerekir. Günaha rağbet etmek nefsin haz duymasına ve şeytanla işbirliği ederek kulun kendi günahına bahaneler bulmasına zemin hazırlar. O halde günah işleme zilletinden, tövbe etme sevincine geçmek için edepli bir şekilde huzura durup, tertemiz bir tövbe ile işlenen tüm günahlardan uzaklaşmak, kul ile Rabbi arasında yeniden sağlam ve güzel bir diyaloğun başlamasına vesile olacaktır.
  3. Günah işlemeye devam eden ve bu pervasızlığını sürdüren kişi bilmelidir ki onu yaratan Rabbi, her daim onu gözetlemekte ve haberdar olmaktadır. Ayrıca Rabbi o günahkar kulun kalbine de nazar etmektedir. Kişiyi günahtan alıkoyan hasletlerden biri de Rabbinin kendini sürekli gördüğünü hissetmesi, hatırlaması ve hiç aklından çıkarmamasıdır. Şayet bunu bile isteye terk eder ve bunun aksini iddia ederse zaten Müslüman olamaz ve dinden çıkar.

Burada hemen tövbenin kabulü ile ilgili edepleri de sıralayalım. Birincisi günahkar kulun işlediği tüm günahlardan gerçekten pişmanlık duyması, nedamet getirmesidir. Bu tövbenin en önemli edeplerinden biridir. İkincisi, günah işlerken ya da işlediği günaha ait mazeretinin (olsun ya da olmasın) kabulüne ait ümitvar olmasıdır. Rabbine arz etmesi ve büyük bir pişmanlıkla dile getirmesidir. Üçüncüsü ise büyük bir pişmanlık, nedamet duyup, mazeretin kabulüne ümit bağlayarak günah işleme duygusunu kalpten tamamen ve kalıcı bir şekilde söküp atmaktır. İşte kul bu üç edeple tövbenin kapısından girebilir.

Buradan hareketle tövbenin sahih edeplerine şöyle göz atabiliriz. Bir kere kul tövbe ederken büyük bir tevazu haliyle boyun bükmeli, pişmanlığını dile getirmeli hatta gözyaşlarını da tövbesine katık etmelidir. Unutmamalıdır ki tevazu ve edeple eğilen baş, dökülen gözyaşı Rabbin huzurundan asla geri çevrilmez.

İşlediği günahın büyüklüğünü ve kendi hayatına olan tesirini gören kul o günahtan kurtulmak için çaba sarf ettikçe kalbi de bu konuda kendisine yardımcı olacak ve tövbesinin kabulü için nedamet çığlıkları atarak Rabbine sığınacaktır. Çünkü kalbin manevi yapısı günah işlemeye meyyal değildir. Kulun yaratılış ve akil olduktan sonraki dönemde yaptıkları ile kalbi nurlanır ya da kararır.

Kalbin nurlanması, tertemiz kalabilmesi için yaratılmış olan kulun, yaratan Rabbin emir ve yasaklarını bilmesi, bildikleri ile amel etmesi ve bu amellerinde samimiyetle, sadakatle devam etmesi gerekir. Ayrıca Rabbini birlemesi, O’ndan başka tapılacak, teslim olunacak, İlah olarak kabul edilecek başka bir ilahın olmadığını hem diliyle ikrar etmeli, hem de kalbiyle tasdik etmelidir.

Tövbenin edeplerinden biri de kulun ümit var olmasıdır. Zira, Rabbi kuluna asla zulüm ile tecelli etmez. Bu yüzden atalarımız çok güzel söylemişlerdir.

Kula bela gelmez Hak yazmayınca

Hak bela yazmak kul azmayınca.

Rabbimiz bize mühlet verir, imhal eder yani. Asla kulunu ihmal etmez. İşte bu ayrıcalığı bilen kul kalbiyle, beyniyle, ruhuyla, bedeniyle kendisini yaradan Rabbinin huzuruna, şartları yerine getirerek yaklaşır, durur ve büyük bir nedametle işlediği günahları ikrar ederek affını diler. Rabbi de kuluna verdiği mühlet ile kulunun tövbe etmesine, pişman olmasına dair zamanı genişletir, kulunu affetmek, onu bağışlamak ve tövbesini kabul ederek onu mükafatlandırmak için El Halim ismiyle tecelli eder.

İşte tövbenin edeplerinden biri de Rabbimizin El Halim isminin hikmetini bilmemizdir. Peki nedir bu ismin özelliği ya da ruhumuzda oluşturduğu manası ona kısaca bakalım isterseniz.

 

Günahkarları ve cezalarını bildiği halde cezasını vermek için acele etmeyen, onlara iyi davranarak hayat hakkı tanıyarak ve onları lütuflarıyla, nimetleriyle koruyup gözeterek, cezaları sonraya bırakandır. Yumuşak olup, hilmi fazla olan demektir. Allah merhameti ve bağışlaması sınırsız olan, kararını vermek için bizler gibi sabırsız olmayan, günahları ve hataları hemen cezalandırmak istemeyen kudretli ilahımızdır, Rabbimizdir. Kullarına sabırla ve hilmle mühlet veriyor ki, kulları hatalarını ve günahlarını anlasın ve tövbe etsin.

Tövbenin edeplerinden biri de sevgili okurlar, kulun işlediği günahlardan nedamet ettikten ve pişmanlıkla tövbe ettikten sonra iyiliklerini arttırması, Rabbimizin yarattığı tüm canlılara karşı merhametle, şefkatle, samimiyet ve ihlasla iyilikler yapmaya başlamasıdır. Yani işlediği günahlarını düşünerek bunların yerini iyiliklerle ve yaptığı hayırlı amellerle doldurma gayretidir.

Yine tövbenin edeplerinin en önemli özelliği ümit var olmaktır. Yani samimiyetle yerine getirdiğimiz, işlediğimiz günahlardan nedamet duyarak, Rabbimizin huzuruna durup ettiğimiz tövbenin kabulü ile ilgili en küçük bir tereddüte düşmeden, kabulüne dair derin bir imana ve inanca sahip olmaktır. Yani Allah azze ve cellenin tövbeleri kabul eden ve kuluna her halükarda kafi olan tek ilah olduğunu her an hissetmek, bilmek ve bunu kabul etmektir.

Son olarak şunu söyleyelim.

Tövbenin en önemli edebi, günah işlememek için çaba sarf etmektir. Bunun içinde neyin, nelerin günah olduğunu bilmek, öğrenmek ve bunları hayatımızın her anından çıkarmak için samimiyetle çaba sarf etmek gerekir. İşte en önemli edep kulun mutlaka bir gün hesaba çekileceğini bilerek hareket etmesidir. Bu yüzden “Başıboş bırakıldığınızı mı zannedersiniz” diye hitap ediliyor ya.

Geçmiş kavimlerin başlarına gelen musibetleri, belaları, sıkıntıları ibretlik birer hadise olarak okuduğumuz zaman gördüğümüz en önemli ayrıntı mezkur kavimlerin günahlarında, isyanlarında ve işledikleri fiillerinde sabit olmaları, inkarlarına devam etmeleri ve Allahın kendilerine gösterdiği, hayatlarına tecelli eden tüm mucizevi hallere rağmen ibret almamaları, apaçık bir sapıklığa ve isyana, ısrarla devam etmeleridir.

İşte bu yüzden Rabbimiz Kur’an-ı Hakim’de bize hep hatırlatır. “İşitmezlermi, görüp anlamazlarmı, bakmazlarmı, ibret almazlarmı” gibi ikazlarla bize yaşadığımız hayatın başıboş bırakılmış bir hayat olmadığını, her an, her saniye zamanın en küçük diliminde bile olsa ilmiyle, kudretiyle bizden çok daha kuvvetli bir yaratcının her an bizi gözetlediğini ve yaptıklarımızla ilgili mutlaka bize hesap sorulacağını hatırlatır.

Yani sevgili okurlar… “Biri, tüm hayatımız boyunca, doğumumuzdan huzuruna çıkacağımız o ana kadar bizi gözetliyor. Yaptıklarımızı kaydediyor ve elbette hesabını soracak.” Öyleyse dikkatli olmak lazım.

Tabi bu söylediklerimizin tamamı Müslüman olduğunu söyleyen ve islamla müşerref olmuş insanlar içindir.

Ben islama, Allahın varlığına, ahiret gününe ve hesaba, kitaba, günaha, sevaba inanmıyorum diyorsa bir insan, onun için zaten dinin ya da vicdani duygunun herhangi bir bağlayıcılık özelliği yoktur. O istediği gibi yaşar ama mutlaka günü ve saati gelince “başıboş bırakılmadığı için” hesabı kendisinden sorulur vesselam.

Rabbim cümlemizi günahlardan uzak tutsun, bilerek ya da bilmeyerek işlediğimiz günahlardan tövbe imkanını, ihlasını ve kalbi samimiyetini bizlere ihsan etsin, huzuruna çıkmadan önce edeplerine dikkat ederek tövbe etmeyi bize nasib etsin.

Yusuf Duru 

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024