×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Gül Gülasem ATEŞ

ARAYINIZ BULACAKSINIZ..!

ARAYINIZ BULACAKSINIZ..!

Bırakın O Kapı Hep Açık Kalsın..!

Hazreti Adem'den (sav)  kıyamete değin sabit kılınan, atlas çarşaf gibi yerküreyi çepeçevre kuşatan, çivisi çıkmış kelimelerin kırık  dökük hecelerinden  oluşan, uzaktan bakınca telli duvaklı bir gelin edasıyla salınan, akreplerin saldırısına uğramış  lâl olmuş, sonsuzlukta bir kaç fısıltı,  birkaç üryan şiir ve birkaç su damlasına hasret  Gobi çölü gibi yapayalnız ama mahsun ama çaresiz, zamana yenik düşmüş, nefislerin AYYUKA ÇIKTIĞI, gönül - merhamet sisteminin Error verdiği, ZÜLME SESSİZ KALAN  kapkaranlık yeryüzü burası. Kıyamete beş kala, sis perdelerinin benlik yarışına girdiği ahir zaman ülkesinde güneşe ulaşabilmek için karanlığı tırnaklarıyla kazıyor insanlar.
Güneş bir simgedir, asıl olan varlığının en temel özü olan nur. O zulmeti delen yüreğimizi işgal eden maneviyat nefesidir. Bu ilahi ışık bizlere yaradılış gayemizi kulluğumuzu ve ahiret yolculuğunda bilinçli neferler olduğumuzu hatırlatan şeytanla işbirlikçisi nefse karşı gardımızı almayı kolaylaştıran bir sistemin mihenk taşıdır.

Ulaşmaya çalıştığımız tek hedef bir gün toprakla buluşacak ölümlü olan bedene eşref-i mahlukat olduğunu hatırlatmaktır. Hakiki ve kalıcı bir imanla kendini gerçekleştirme hali ancak, maneviyat büyüklerinin terbiyesi altına girmekle başlar. İşte bu hakikat Şehrine Dönüş ruhun gıdalanacağı bir yolculuktur. Bu süreç bu manevi inziva insanın bilerek ya da bilmeden reddettiği ilahi ışığını, ruh sistemine kalıcı olarak yerleşmesini sağlayacak şifalanacağı Muhammedi davete hazırlanmaya başladığı bir süreçtir.
Bu inzivaya,Yaradılış gayesine - yoluna geri dönüşü arayanların, maneviyat yolculuğu denir.


 Manevi yolculuk ne demektir ?
Bir mürşidin gözetiminde yapılan hakka ulaşmak için benimsenen usul, bedenle veya kalple yapılan ulaşılmak istenen yol. İslâm'ın zâhir ve bâtın hükümleri çerçevesinde yaşanan mânevî ve derunî hayat tarzı olan bu yolun adı Tasavvuftur. Tasavvuf; dînin mânâsı ve özüdür, ariflik ve irfanîyet caddesidir. Kemâl-i aşkı ilâhîdir. “Yeryüzünde halifemi yaratacağım” hitabının tecelli ve zuhur ettiği makam,

Lâ İlâhe İllallah”ın mânâsı ve aslı, hakikat ilminin sır kapısıdır! Rical-i gaybın, hikmet okulu, hakiki kul olma adına zincirleri kırarak yola çıkan sâlikin hazırlandırıldığı yer, yol - tarikattır.



Mürid, Mürşidini Temsil Eder,
Tasavvuf yolunu benimseyenlere sûfî, ehl-i tasavvuf veya mutasavvıf adı verilmiştir. Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak, tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır.
Tasavvuf, İslam’ı zarafet, nezaket ve kibarlıkla yaşama sanatıdır ki buna sufiler edep ismini verirler. Onlar Rablerine, insanlara ve tüm varlığa adabı muaşeretin yüreksel kuralları ile muamele ederler.

Peki Adab-ı Muaşeret nedir?
Adab-ı Muaşeret; insana, toplum içerisinde saygın bir birey olarak yaşayabilmek için lazım olan nezâket kurallarını öğreten, insanî ilişkilerde uyulacak ölçülü ve nazik davranışların şeklini ortaya koyan, şahsı toplum içerisinde erdemli ve hürmete lâyık kılan söz, iş ve davranış biçimlerini kapsayan önemli bir disiplindir. Bu kuralı en çok uygulayanlar “SUFİLER”dir. Onlar donmuş denizleri yüreklerindeki aşkla ısıtırlar, onlar can dediklerini şeytanın ablukası altına atmaz, onlar içlerinden geçen kötü düşüncelerden hemen Allah’a sığınan dava yolcularıdır.
Kainatın tek sahibi yüce Allah’ın (azze ve celle ) kendilerinden razı olmasını sağlamak amacıyla bir yola baş koyarak tevazu kılıcını kullanmaya çalışan sufiler, yaratılanı hoş görürler yaratandan dolayı.

Onlar peygamber ahlakıyla ahlaklanmak için niyet edip tüm yaşadıkları yanlışlar adına “ YA RABBİ BEN PİŞMANIM “ anahtarını kullanırlar. Onlar, muhammedi güller olmak için yola çıkmış, erenler çorbasından içen davaları islam olan müminlerdir.


Onlar o kadar nazik ve sevecendirler ki; "Allah'a ve O'nun Resûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile za'fa düşersiniz, rüzgarınız kesilip gider. Bir de sabr ve sebat edin katlanın Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir"
Enfal süresi /46.Ayeti kerimesine uymak için büyük çaba sarf ederler,
Şeriati garradan ( ilahi kurallardan ) zerre kadar taviz vermez ve verilmesine de asla müsaade etmezler.
"Kim Allah'a ve Resûlüne itaat eder, Allah'tan korkar ve çekinirse işte onlar kurtuluşa erenler üstün gelenlerdir."
Sufiler bu âlemde canlı cansız ne varsa hepsinin Allah tarafından en güzel şekilde yaratıldığını bilirler.

Evet Yaratandan dolayı yaratılanlara saygı ve sevgi ile muhabbetle davranmak sufilerin en önemli özelliğidir. Bu güzel anlayışın tecelli ettiği bir hayat düşünün ne kadar nezih ve sıradanlıktan çıkmış nura gark olmuş steril bir ortam.
Sufiler, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye rehberliğinde ahir zaman fitnelerinden korunmak için Rabbe kul olma adına çıktıkları kutlu seferde önlerine çıkan her zorluğu muhabbetle yıkayarak yola devam ederler. Adem aleyhisselâmla başlayan kulluk serüveni insana verilmiş büyük bir hazinedir. Allah Teâlâ insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona hilafet vazifesi vermiştir. Kainatın sahibi yüce rabbimize aşkla sufice kul olmak demek, onun verdiği emirleri canla başla yerine getirmek, nefsin ve şeytanın önüne duvarlar çekerek, yaradılış gayesine sıkı sıkıya bağlanmış gönüllere hayırlı ve kolay temennisiyle hizmet etmektir.



Tasavvufi anlayışı benimseyen Sufilere göre zoraki kulluk avamın işidir, cehennem korkusu, cennet ümidi ile farzları yerine getirmek gönül erlerinin söylemiyle zoraki kulluktur. Kalplerin şifa bulduğu tasavvuf bu gaflet halinden, kurtulup kulluğu aşkla ve edeple yaşama yolculuğudur.
Unutulmamalıdır ki; Rabbimiz Tebârake ve Teâlâ, O’ndan başka hakkıyla ibadet edilecek bir ilah olmayandır, en güzel isimler ve en yüce sıfatlar O’nundur. Mutlak kulluk O’nadır. Sıfatlarının azametinden ve Zatının kemalinden dolayı muhabbet ve ibadete layık olandır. O’nun kemali ve yüceliğinden dolayı kulluk edenlerin kalpleri O’nu ilah edinirler. İşte Allah Azze ve Celle nebi ve resullerine öğrettiği kulluğun manası budur. Alem, O'nun her zaman her yerde oluşuna şahitlik eden simgeler - işaretler ayetlerle donatılmıştır.


İmam Rabbani hazretlerine göre Hakka aşkla yapılan kulluk Nakşiliğin de en üst makamıdır:  “Bu bakımdan velayet mertebelerinin en üstünü ubudiyet (kulluk) mertebesidir. Velayet mertebeleri içinde bundan daha üstün bir makam yoktur.”
Hakka kulluğun ispatı ise kuru sözle değil,  onun emirlerini severek yerine getirmekle olur. Tasavvufun bir başka maksadı da, fıkhın emirlerinin severek yapılmasını sağlamak, nefs-i emmâre tarafından çıkartılan zorlukları ortadan kaldırmaktır.
Nitekim Sufiler rablerine olan bu aşkları sebebiyle mallarını ve canlarını onun yolunda severek vermişler, O’na kavuşmayı düğün gecesi olarak isimlendirmişlerdir.

Nezaket Erdemdir..!
Sufiler için insan mükerrem bir varlıktır. Bu sebeple arifler bırakın Hak dostlarını, gaflete düşerek hata ve günah işleyen insanlara bile saygıda kusur etmemeye çalışırlar. İnsandaki kötüyü değil de, kötüdeki insanı görmeye ve onu görünür kılmaya gayret ederler. Toplum tarafından dışlananlar bile onların tekkelerinde sığınak bulur. Çünkü sufiler “her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil” düsturu ile hareket ederler. Allah’a isyandan sonra Sufilerin en çok korktuğu günah, Hak yapısı olan kalbi kırmaktır.

Bu konuda Hindistan'da yetişen büyük veli ve âlim olan, Ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslam'ın bekçisi, müslümanların baş tacı, müceddid, müctehid ve İslam âlimlerinin gözbebeği, Silsile-i aliyyenin yirmi üçüncüsü İmam Rabbani hazretleri bizleri şöyle uyarır:
“İyi biliniz ki kalp, Allah Sübhânehu’nun komşusudur; onun mukaddes zâtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hâlde ister mümin olsun ister âsî olsun, kalp kırmaktan ve kalbe eziyet etmekten sakınınız! Zira komşu asi bile olsa yine de korunur. Aman bundan uzak du­run! Zira küfürden sonra, kalp kırmak ve eziyet etmek kadar Allah Teâlâ’nın incinmesine sebep olan başka bir günah yoktur. Zira yaratılmışlar içinde Allah Sübhânehû’nun en yakınına ulaşabilen sadece kalptir.”

Tüm canlılara MERHAMET ETMEK..!

Tasavvuf yolcusu sufilerin önem verdiği Nezaketin bir parçasıda canlılara karşı gösterilen merhamet ve sevgidir. Allah’ın boyasıyla boyanmış bildiğimiz bilmediğimiz mikrodan makroya tüm canlılar, ilahi sanatın bir şaheseridir. Bütün
insanlık bir araya gelse bir tek sivrisineği bile yaratamaz.
(Hacc suresi / 73. Ayet)
Bu sebeple NEML (karınca), NAHL (arı), ANKEBUT (örümcek) gibi hayvanat isimleri Yüce Kitabımızda sûre ismi olmuşlardır. Bu inceliğin farkında olan sufiler insanlara gösterdikleri saygı ve sevginin bir benzerini de hayvanata göstermişlerdir. Beyazıd-i Bistami hazretleri birkaç karıncayı yuvasına geri bırakmak için uzunca bir yolu göze almış, Şahı Nakşibend Hazretleri 7 yılını hayvanata hizmetle geçirmiştir.
Sufiler bitkilerin ve tüm eşyanın da ruhu olduğunu tüm varlıkların her an durmaksızın Kainatı yoktan var eden Hakk’ı zikretmekte ve ona kullukta bulunduğunu idrak eden kutlu davanın yolcularıdır.

Yüce Rabbimiz İsra suresi 44. ayetinde;
Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” buyurarak bizlere bu hakikati bildirir. Gönül manen olgunlaştıkça da, bu varlıkların zikirleri işitilir, mesela Mevlânâ Celaleddin Rumi hazretleri diğer canlıların Hakk’a olan zikrini şöyle tasvir etmiştir;
“Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar? Nasıl olur da bülbül gülü koklar. Üveyik kuşu, bir âşık gibi “ Kû-kû- (Rabbim) neredesin, neredesin” diye öter? Nasıl olur da leylek canla başla “Lek-lek” (Senin, senin) diye ga­ga vurur? “Lek” ne demektir? Mülk de senin, mal da senin; her şey senin Allah’ım!”

Bu güzel zikrinden dolayı Mevlana hazretleri leyleğe şeyh-i mürgân, kuşların şeyhi ismini verir. İşte böyle bir manevi terbiye ile yetişenler müminler yaratılan herşeye merhamet eder, onlara zarar vermemek için itina ederler.
Biliyor musunuz? Mevlevi sufiler kendilerine hakkı geçen kullandıkları eşyalara dahi teşekkür eder, onları buse ile taltif ederek adeta, onlarla özleşirlermiş.

Ne kadar manidar değil mi ?
İbn Arabi hazretleri “bir ağacın altında oturdun ise o ağaçla arkadaş oldun demektir, arkadaşlık hakkı gereği ağacı sulaman gerekir” der. Yunus Emre hazretleri ise hepimizin ilahi olarak bildiğimiz

SORDUM SARI ÇİÇEĞE “ şiirinde sarı çiçekle konuşur, ona ailesinin ahvalini sorar. Tüm bunlar Hak sevgisi ile dolu bir kalp ile âleme bakmanın tabii sonucudur.
İslam’ın bu merhametini, edebini yaşamak ve yaşatmak, tüm insanlığı Yüce dinimizin nezaketi ile buluşturmak hepimizin en büyük gayesi olmalıdır.


Bazen basit gibi görünen deruni bir cümleyle karşılaşırsınız ve o cümle sizi hakikat kapısının önüne bırakıp sizi irşad eder.

Arayınız, bulacaksınız.! ''

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”
( Mâide Suresi 35. Ayet )

Bu yüzyılın büyük velilerinden Gavs-ı Kasrevî- Seyit Abdulhakim El-Hüseyni hazretlerine bir sohbetinde sizin işiniz nedir efendim diye sorulunca, Mübarek şöyle şöyle cevap verir;
Bizim işimiz dünyadan çözüp ahirete bağlamaktır.

Allah dostları rahmet paratoneridir. Kainatın sahibinden inen marifet nurunu - rahmeti kendilerine intisap etmiş sufilere ihtiyaçları nispetinde dağıtır, kalplerin hakikate ulaşmasına vesile olurlar.

 

    Gül Gülasem ATEŞ
 

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024